Yoğun hayat biçimimiz hepimize dar bir alanda tanımlanmış
bir rol veriyor, buna bağlı olarak da ruhumuzdaki unsurları geliştirmeye
yönelik yaratıcı eylemler de ancak o rolün sınırları içinde
olabiliyor.Ruhumuzun bu sınırlı alanı dışındaki bölgeleri de ziyan edilmiş
oluyor.İletişim eksikliği, psikolojik ve sosyolojik faktörlerin birleşmesiyle
korkuyu, güvensizliği ahlaki tabansızlıği üretip umudun yok olmasını sağlıyor.
İnsanın fiziksel açlığı dışında ruhun da bir açlığı vardır der Spinoza.Bu
açlığı hazla, arzuyla, mutlulukla ve yaratıcı eylemlerin en kudretlisi sanatla
giderilir.
Sanatçı sanatını konuştururken eserini yapısallığını,
özgünlüğünü elinde tutması için bir takım unsurlara dikkat etmesi
gerekir.Bunlardan bir tanesi geleceğe yönelik yaptırımlarda bulunma durumudur.Geçmişin
sanat ilkeleri canlandırma çabası en fazla ölü bir sanat doğurur der Kandinsky.
Yanlızca çağının çocuğu olan, geleceğe yönelik güç taşımayan, geleceğin
yaratıçılarından olamayan sanat kısır ve zayıf bir sanattır.Duygudaşlık, izleyicinin ,sanatçının bakış açısını kavrayacak
şekilde yetiştirmelidir. Günümüzün sanat anlayışı adi ihtiyaçlara hizmek
etmekte, maddi amaçlar için kullanılmaktadır. Özünü somut, gerçeklerde arar,
çünkü daha yüce birşeyden haberleri yoktur. Tek amaçları nesneleri yeniden
üretmektir ve aynı şeyleri üretip dururlar. Bu durumla ,herşey maddi midir yada
maddesel midir? Yoksa her şey ruhsal mıdır? Yoksa maddeyle ruh arasında
yaptığımız ayrım göreceli bir ifade midir? Ruhun bir ürünü olmakla birlikte
pozitif bilimler tarafından da tanımlanan düşünce, kaba değil hassas malzemeden
oluşan bir maddedir.
Bir diğer unsur İçsel unsura yönelmedir.Sanataki özgüblük
mutlak değildir.Doğanın unsurlarını almak İçsel armoniyi yansıtmakta yardımcı
olabilir; ancak bunu taklit yoluyla değil içsel ruhlarının sanatsal
sezgileriyle yapmaları gerekir.Nesneleri yapısal formlarını olduğu gibi
geçirmek bile sanatçıyı kısıtlar, limitler.Nitekim izlenim yapması dışsal ve
içsel unsurına yön vermesine yardımcı olur. Sanatçının düşünce dünyanında bir
form oluşturur.Sanatçı sınırlarını kendi özgünlüğü çercevesinde belirlemesi
gerekmektedir.
Sanatta gereklilik yoktur, çünkü sanat özgündür.Her çağ
ancak belirli ölçüde özgün olabilmiştir.En kudretli dahi bile bu sınırların
ötesini geçmemiştir. Sanatçı kalıplaşmış yada kabul görünmeyen form adetlerine
gözünü kapamalı ve çağının geçici öğretilerini ve istekleri kulak asmamalıdır.Yanlızca
içsel ihtiyacını izleyip ona kulak vermelidir.Fiziksel kurallara göre değil
içsel ihtiyacın yani RUHUN kurallarına göre oynamalıdır. Sanat ve ruh sıkı
sıkıya bağlıdırlar ve birbirini tamamlarlar.Ruhun inançsızlıkla boğulduğu
zamanlardaysa, sanat amaçsızlaşır ve sanat yalnızca sanat içindir denir.Amaç
hiçbir zaman bir formdan ustalaşmak değildir, formu içsel anlamına kavuşturmak
ve anlamlandırmaktır. Sanatçının öznel unsuru, içsel ve nesnel unsurlarının
dışsal ve belirli ifadesidir. Özgürleşme, içsel ihtiyacın yolunda ilerlemeli.
Sanatçının nesnel şeylere bakış açını, duyular dünyasının
dışsal ifadesi, formu olarak nitelendirilir.Sanatçı kendi içsel ihtiyacını
gidermek için nesnelere kendi öznel unsurlarını verir.Dışsal ifadelerle kendi
arzuladığı ‘’içsel ihtiyaçını’’ giderir.Kimi zaman form verir, kimi zamanda
renk verir. Renk, kendine özgü bir dizi olanak sağlar ve bu olanaklar, formla
birleştirilince zenginleşir.
Doğaçlama yani içsel karakterin, maddi olmayan doğanın,
büyük ölcüde bilinsiz ifadesi sanatın sürecinde önemli bir unsurdur. Sanatçı
her formu kullanbilir çünkü içsel isteği dışsal ifade de bulabilir ve
keşfedebilir. Nesnel unsurun dışsal ifadesine duyulan kaçınılmaz arzu burada
‘’içsel ihtiyaç’’ olarak adlandırılmış itkidir.İçsel ihtiyacın kullandıpı
formlar günden güne değişir ve sürekli ilerler; böylece, bugün içsel armoniye
dair olan şey, yarın dışsal armoniye ait hale gelecektir.Sanatın İçsel ruhu,
belirli dönemlere ait sışsal formları daha ileri ifadelere ulaşmak üzere
basamak olarak kullanmaktadır.